‘zihin kontrolü’ Kategorisi için Arşiv

Dr. Nevzat ŞİPLEME

‘Güzel şeyler de oluyor’ dedirtecek gelişmelerden birisi halinde geçtiğimiz
günlerde bir meslek içi eğitimi aldık…

TTB, Sağlık Bakanlığı ve Adalet Bakanlığının eş güdümü ile ve kıymetli öğretim
üyesi Prof. Şebnem Korur Fincancı hanımefendinin öncülüğünde “işkence” nedir,
nasıl tespit edilir, hekim, savcı ve hakimlerin bu insanlık suçuna yönelik neler
yapabileceği tezi üzerine kurulu, “İstanbul protokolü” adı verilmiş ve
uluslararası kabul görmüş yaklaşımın tanıtılması merkezli bir eğitim idi. Tam üç
gün sürdü, ziyadesiyle faydalandık… Tüm ilgili kurum ve kişilere içten
teşekkürlerimizi bir kez daha buradan iletelim…

Bu konuda ‘resmi kurumlarda ilgililerine eğitim veriliyor’ aşamasına gelinmiş
olması her manada güzel bir gelişmedir şüphesiz… Hem sivil toplum kuruluşları
adına hem de hükümet adına… Neticede onlar istemese işkenceyi bir insanlık
suçu olarak görmeseler bu eğitimler gerçekleştirilemezdi…

İşkence denilen şey… bir insanlık suçudur… Tam bir farkındalık oluşmamış,
toplumda herkes düşman gördüğüne yapılabilecek bir tür ceza olarak görüyor…
Heyhât bu bir cezalandırma değildir… Hukuki manada kişinin eylemine uyar şekilde
nasıl cezalandırılacağı kanunlar ile belirtilmiştir… Bahse konu ceza kişi-
toplum vicdanını rahatlatmaya yetmiyor olabilir bu ayrı bir meseledir… Mevzunun
yeri burası değildir…

Uluslararası kabul görmüş İstanbul Protokolü bu konuda daha net ifadeler
içeriyor…

Uluslararası hukukta mutlak biçimde yasak olan işkencenin tanımını İşkenceye
Karşı Sözleşme şu şekilde yapmaktadır:
Bu sözleşmenin amaçları bakımından “işkence” terimi, bir kişi üzerinde kasıtlı
biçimde uygulanan ve o kişiden ya da üçüncü bir kişiden bilgi edinmek yahut
itiraf elde etmek; o kişinin yahut bir kişinin gerçekleştirdiği yahut
gerçekleştirdiğinden şüphelenilen eylemden ötürü onu cezalandırmak; yahut o
kişiyi yahut üçüncü kişiyi korkutmak yahut yıldırmak gibi amaçlarla; ya da
ayrımcılığın herhangi bir türüne dayanan herhangi bir nedenle, bir kamu
görevlisi ya da resmî sıfatla hareket eden bir başka kimse tarafından bizzat
yahut bu kimselerin teşviki ya da rızası yahut da bu eylemi onaylaması suretiyle
yapılan ve gerek fiziksel, gerekse manevi ağır acı ve ıstırap veren her hangi
bir eylemdir. Bu, hukuka uygun yaptırımların sadece uygulamasından doğan, bu
yaptırımların kendisinde var olan yahut arızi biçimde oluşan acı ve ıstırabı
içermez”

Yani kanun olarak cezaların arasında falaka varsa ve adam şu işi yaparsan şu
kadar falaka diyorsa bu işkence tanımlamasının içine girmez…

İşkence yalnızca fiziki eziyetten ibaret değildir. Gerek fiziksel gerekse manevi
ağır acı veren her hangi bir eylemdir… Kişinin öz saygısını yitirmesini
sağlamaya yönelik, onu yıldırmaya, iddialarından, inançlarından vazgeçirmeye,
sosyal yönden etkisizleştirmeye kimliksiz- kişiliksizleştirmeye yönelik kasıtlı
bir uygulamadır…

Bu manada işkence görmüş, gördüğünü iddia eden kişinin ruhsal psikiyatrik
değerlendirmesi de işkencenin sonuçları açısından mühimdir ve işkencenin
komponentleri arasına girer.
“İstanbul Protokolü”nün bu husustaki yaklaşımı gayet yerindedir. Hadisenin yol
açtığı psikolojik tahribatın objektif delil olduğunu belirttikten sonra ilaveten
demektedir ki, “Travmayla ilişkili bir ruhsal hastalık tanısı, işkence iddiasını
destekler; ancak bir tanının kriterlerinin karşılanmaması kişinin işkence
görmediği anlamına gelmez, böyle yorumlanamaz.”

İstanbul Protokolü ismi verilmiş ve uluslararası kabul görmüş bu “belge”de
“zihin kontrolü” adı verilen “işkence” usulünün bulunmaması, esamisinin bile
okunmaması dikkatimizi çekti. İnanmama mı, kasıtlı yok sayma mı anlayamadık…

Bu zihin kontrolü meselesi uzun zamandır toplum gündeminde olan bir ciddi
iddiadır. Buna rağmen, tüm bu çalışmalarını takdirle karşıladığımız TTB başta
olmak üzere “işkence” bahsine hassasiyet gösteren, eğitime katkı veren tüm
kurumların ve eğitimci sıfatı taşıyan arkadaşların “zihin kontrolü” ismi verilen
işkence türünü yok saymaya yahut gözardı etmeye yönelik tavırları kabul edilemez
bir yaklaşım olarak kaldı zihinlerde…

Zihin kontrolü hakkındaki sorumuza “ilgilenen arkadaşımızın paranoyak şizofren
olduğu ortaya çıktı” şeklindeki yaklaşım, işin gerçeği bizi hayal kırıklığına
uğrattı… Zira bu tekamül etmiş işkence yöntemi modern ilmin ve tekniğin
imkanları ile yapılabilen bir uygulamadır…

Zihin kontrolü denilen hadise daha çok “kıstırılmış” kontrol altında tutulan
kimselere uygulanabilen kabaca ve kısaca “nörokimyasallar, nöromagnetik
dalgalar, sonar dalgalar, radyo dalgaları kullanılarak” kaba, banal yöntemlerde
olduğu gibi, ama daha sofistike yöntemler eşliğinde, insanın iradesini kırmaya
düşünce yapısını değiştirmeye ve teslim almaya yönelik yapılan bir tür işkence
yöntemidir.

İnternette kısa bir gezinti yapılsa hakkında epey malumat edinilebilecek bir
hadisedir zihin kontrolü… Sıkıntısı, ispatlanması zor olmasındadır… Ve bu tür
iddia sahiplerinin paranoyak şizofren oldukları şeklindeki nitelemeye maruz
kalmaları da kolaydır elbette… Tersinden kastınız yoksa eğer bir kısım iddia
sahiplerinin böyle paranoyak şizofren olmaları bağlayıcı kıymet taşımazlar.

Şakağına silah dayanmış öldürüleceği iddiasıyla korkutulup tetiği çekilmiş bir
insanın yaşadığı sıkıntıyı neyle ispat edeceksiniz… Bunun bile şahısta yol
açtığı psikolojik değişimlerin tespiti yolu ile ispatlanabilir olduğunu
söyleyeceksiniz, ama…

Bir  takım teşhis imkanlarının olmadığı zamanlarda fiziki bir bulgu vermeyen
eziyet yöntemlerinin olduğu malum… Psikolojik bulgular da hakeza öyle…

Beyler; işkenceyi ve işkencecilerin varlığını kabul etmeyen, “yok bir şey
ispatla da görelim ve sorumlularından hesap soralım” diyerek masum pozisyonunda
zımni destek vermiş olanlardan olmak istemiyorsanız bu iddiaları ciddiyetle
dikkate almak zorundasınız…

MODERN BİLİMİN VE TEKNİĞİN ULAŞTIĞI İMKANLAR EŞLİĞİNDE İCRA EDİLEN MODERN BÜYÜ
KABUL EDİLEBİLECEK OLAN BU İŞKENCE TEKNİĞİNE KARŞI TAVIR ALMAK ARTIK NEREDEYSE
MODASI GEÇMİŞ İŞKENCE USULLERİ İLE UĞRAŞIP, NEFS YELLEMEYE –KENDİMİZİ TATMİN
ETMEYE- BENZEMİYOR MU YOKSA?

Bizleri, inanmamaya yahut yok saymaya iten saik nedir?

Bugün zihin kontrolünün tespiti ve teşhisinin zorluğu iddia sahiplerini hafife
almayı mı gerektirir, öyle mi davranılmalıdır… Ya varsa, ya gerçekse endişesi
neden taşınmaz? Aksi halde bu hafife alma tavrımız işin sorumlularına katkı
sağlamak, zımnen destek vermiş olmak sonucunu doğurmaz mı? İlle de başınıza,
başımıza gelmeli de ondan sonra mı harekete geçeceksiniz, geçeceğiz?

İspatlanması zor, ama elbette mümkün bir iddia olan bu “zihin kontrolü” bahsi
aynı zamanda bir güvenlik sorunudur ülke açısından ve emperyalist, kapitalist
sistem için güçlü bir silahtır. Ve bu silah BOŞA ÇIKARILMALIDIR… Türkiye’nin
tabiplerinin birliği olan yapı dahi ülke güvenliğine atfı olan böyle bir konuda
sessiz kalamaz, kalmamalı.

Velev ki bu eğitimler Avrupa Birliğinin sponsorluğunda yapılmış olsa bile?..

Yaşanılası bir dünya ve olunası insan için TIBB-I HAKÎM?..